Ellerim nasıl da paslanmış! Yazmaya dilim varmıyor. Sonbahar sönmüş, ilkbahar hiç gelmemiş. Kitaplar satırlarını kaybetmiş, dünyanın renkleri solmuş...
Ne eksik ne fazla üzerine yalnızlık ekilmiş geceler dolaşır olmuş boşlukta... Kayıp, hüzünlü bir hayatın ortasında kalmış o eski tekneden, ufku görmeye çalışıyorum su alırken... Birileri dalgalara rüzgar oluyor, birileri fırtına ekiyor...
Gel zaman git zaman yaşıyorum, hâlâ her şeye rağmen tüm o deliklerden giren suya, rüzgara, fırtınaya inat ufku göreceğim ilkbaharı beklerken nefes alıyorum.
Dönüyor dünya, dönüyorum ben... Yıldızlara selam olsun, karanlık yeryüzünden, batmakta olan bir tekneden. Ey ay, duy sesimi! Bir papatyanın üzerindeki kelebeğin zarafetindeki naiflik kadar hassas dokundum sana... Bir veda busesi bıraktım denizin koynuna. Yakamozun omuzlarında ufka bakarken yumdum gözlerimi. Fırtınayı da hissettim, rüzgarı da... Dalgalar çarptıkça ağırlaştım ama büyüdüm yaralarımla...
Yaşadım mı sahiden, insanın içine olan bu yolculuğunda ben nerede yarım kaldım da yürümeyi bıraktım? Nerede başladı o tekne su almaya ve nasıl kaybetti yolunu denizin ortasında?