24 Kasım 2016 Perşembe

Gökyüzünden Selamlar

Hepimizin merak ettiği ve ilgilendiği şeyler vardır şu hayatta. Hayallerimiz ve içimizin köşelerinde sakladıklarımız da hayata dahil. Birileri eksildi, birileri arttı, birileri yok oldu. Hayat hep devam etti. Temelde insanız ve hepimizin farkında olsak da olmasak da bir felsefesi vardır. Hep şunu derim kendime: ‘Bugün ne kazandın?’ , ‘Başını yastığa koyduğunda vicdanın rahat mı?’

Soruları çoğaltabilirim, soruların çoğalacağından da eminim. Sizin de sorularınız ve bu sorunların cevapları bu doğrultuda muhtemel sorunlarınız var.

Şu durduğum yerden geçmişe bakıyorum da aslında bu hep devam eden bir döngü. Peki, asıl soru: ‘Geçmişle birlikle benimle gelen ve bugünümde de bana eşlik edenler var mı?’

Bir hocam bir keresinde demişti ki ‘Bir elin parmak sayısı beştir, bir insanın ortalama ömründe hayatında olacak dost sayısı en fazla ikidir.’ Bu dost kavramının içini dolduralım. Hani vardır ya siz anlatmadan sizi anlayan, aynı şekilde sizin de anladığınız, kelimelerin, mesafelerin araya girdiği ama bir şekilde hayatın aranıza giremediği kişiler vardır ya hani, kavga etseniz birbirinize hakaretleri ardı arkasına sıralasanız bile sonunda bir tarafın ‘hatalıyım’ demesiyle her şeyi unuttuğunuz… Binlerce kez iyiliklerini hatırlayıp, kötülüklerini anımsamadığınız, eksiğini kapattığınız, bir şekilde sevgi dışında karşılık beklemediğiniz. Ömrünüze eklediğiniz, zamanınızı paylaştığınız hani her şeyin içinde ondan bir tutam kattığınız. Her şekilde ne ise, nasılsa hayatınız da var ettiğiniz dost dediğiniz o insan varya işte o ya bir kişi ya da iki kişidir.  Ona tutunun onun kıymetini bilin. Eğer onu bulduysanız ki bu zor bir şey bırakmayın o düşecek olursa siz onun önüne atlayın, üzerinize düşsün. Bu hayatın bize vereceği en değerli şeylerden biri çünkü…

Gelelim diğer meseleye… Peki, kaç kez etrafınızdaki insanların sizi boğduğunu hissettiniz, kaç kez sırtınızdan vurulduğunuzu, ihanete uğradığınızı, yarı yolda bırakıldığınızı… Örnekleri çoğaltabilirim, örnekleri çoğaltabileceğinizden de eminim. O insanların sayısı iki elin parmağını geçer, ellerinizi pek çok kez saymak zorunda da kalabilirsiniz. Eğer öyleyse işe kendinizi sorgulamakla başlayıp, aynadaki yansımanızın riyakar olup olmadığını öğrenin. Sizde bir sorun yoksa ki bundan yüzde yüz emin olamazsınız o zaman ya gerçekten bencilleşen insan topluluğunun ortasında kalmışsınız ya da hayat gerçekten size iyi davranmıyor. Ama bu iyi davranmama durumu yukarıda bahsettiğimiz dostu bulmuşsanız geçersizdir. Eğer o varsa isterseniz yüzlerce kişi sizi bıçaklasın onun varlığı milyonlara karşılık gelebilir.

Bir söz der ki: “Hayatınızı cehenneme çevirmek istiyorsanız bu çok kolay etrafınızdaki insanlardan nefret edin, hayatınızı cennete çevirmek istiyorsanız bu daha da kolay etrafınızdaki insanları sevin.’


Sevin, bir dost edinin… O zaman hayat daha kolay, yaşamak daha kolay, insanları anlamak daha kolay… Nefret bizden eksiltir bizi yok eder… Ama sevgi, hoşgörü, anlayış, insanları olduğu gibi kabul etmek değiştirmemeye çalışmak, gülmek, gülümsemek bunlar güzel görmemiz için yeterli. Güzel günler mavi gökyüzünün altında olduğunu bilen insanlar için vardır her daim. Yeryüzüne takılıp kalanlar ise sadece kararan bulutları görebilirler… Tüm evreni içine alan gökyüzünden selamlar hepinize. Sevin, sevilin bir dost edinin… 

17 Kasım 2016 Perşembe

Bir Ankara Gezisi Daha

Günlerden bir gün yine biz gezelim dedik. Eee nereye gidelim, nereye derken, 4 yıldır Ankara'da olup Ankara'nın Karadeniz'i diye anlatılan Kızılcahamam'a gitmediğimizi fark ettik. Yolculuk yerimizi ve günümüzü belirledik. Yine bir yolculuk. Biraz uzak biraz yakın bir yere. Ankara'nın belki de tek yeşil yerine. Mevsimlerden sonbahar. Yapraklar sararmaya başlamış ama yeşil henüz terk etmemiş buraları. Şehrin kalabalığından uzaklaşırken yer yer yeşiller ve adını bilmediğim bir gölü geçtikten sonra Hollywood yazısıyla karşılaşıyoruz.



Şaka bir yana tabii... Bundan sonrasında Akdeniz'de çam ağaçları arasında devam eden bir araba yolculuğu başlıyor. Yollar tenha ve güzeldi. Genelde etrafı izlemekle geçti. Ama bol sohbet ve termosumuzdaki sıcak çay da buna eşlik etli.

Yolculuk bitti ve araçtan indikten sonra ilk defa gittiğimiz bir yerde yürümeye başladık. Kafamızda gidecek pek çok yer var. Saat daha 10 civarları. Lakin öğrenciydik ve kendi aracımız yoktu. İnsanlara sorduk gitmek istediğimiz yerlere nasıl gidebileceğimizi. Onlarda çok uzak olduklarını ve sadece araçla gidebileceğimizi söylediler. Siz siz olun aracınız olmadan Kızılcahamam'a gitmeyin. Hepimizin aklında şu soru ''Eee boşa mı geldik yani?'' Neyse ki 2 km uzağımızda kalan bir yer varmış. Orayı tarif ettiler biz de tabana kuvvet yürümeye başladık. Bu esnada acıktık ne yapsak derken yolda bazlama satan bir yer bulduk bazlama aldık, tavsiye ederim en iyi yediğim bazlamaydı ya da ben çok açtım. :D

Yürümeye devam ettik yol bitmiyordu bizim acıkma seviyemiz ise artıyordu. Sizlere şimdi yolun üzerinde gittiğimiz bir yerden bahsedeceğim. Gerçekten otantik ve güzeldi. Yemekleri de güzeldi. 
Ağaçların arasında kurulmuş yerler vardı bir de bol bol kediler...Özellikle pidesi harikaydı. Kızılcahamam'a yolunuz düşerse 'Başkan Mangal Evi'ne uğramanızı tavsiye ederim.











Bu kediye ayrı bir parantez açmak istiyorum sizce de bir aslan yavrusu edası yok mu?


Yemeğimizi yedik çayımızı içtik. Oturmaya gelmedik tabi ama hava bize muhalefet ediyordu. Biraz yağmur atıştırdı, sonra dindi. Yine tabana kuvvet yürümeye başladık. Gideceğimiz yer hakkında hiçbir fikrimiz yok tabi, biraz tereddütlü ama istikrarlı adımlarla yürüyorduk sadece.

Yürürken tabi ki radarımıza yakalanan yerler oldu. Binalar arasında kendini yaşatmaya çalışan bu konak gibi...

Yol üzerinde 1949'dan kalma yaşamaya devam eden Yukarı Cami de karşılıyor sizi...


Bir çok ilçenin caddesi olan mecburiyet caddesine de uğramadan geçmiyoruz tabi...


Benim için Ankara ile özdeşleşmiş saat kuleleri de olmadan olmuyor haliyle...

Ve tabi ki yapay şelaleler...


Şu an bunlar için mi gittiniz der gibisiniz. Bir de yürürken bunu çok sorguladık ve yol bitmiyordu derken arkadaşlarımdan birinin 'Kara göründü.' nidasıyla önüme baktığımda gördüğüm manzara ile 'Kartallar yüksekten uçar.' sözünü kafamda birleştirmiştim bile.


"Ankara'da cidden böyle bir yer var mı? Ankara'da yeşil ne arar?" şeklinde bu zamana kadar kurduğum cümlelerin hepsini ilk o an yutmaya başladım. Hani yolda gelirken Akdeniz çamları demiştim ya unutun onu. Karadeniz ormanlarına dönüştü burası...

Burada pek çok mangal alanı ve dağ yürüyüşü yapabileceğiniz ormanın yanında oteller ve onlara bağlı sıcak su havuzları vs. bulunuyor. Bir iki gün nefes alayım, kalabalıktan uzaklaşayım, çok da uzak bir yere gitmeyeyim diyen Ankaralılara şiddetle tavsiye ederim.

Bizim mangal malzemelerimiz yoktu zaten yolda gelirken yemiştik. O zaman tek bir şey kalıyordu o da yürümek. O gün 16 km yürüdük. Dağın tepesi hedefti...








Biraz yürüdük yükseğe çıktıkça manzara güzelleşiyordu. Mevsim sonbahar sarı yeşil birbirine girmiş. Hava sabahki gibi değil. Çayımız da var...Burada bir grup arkadaş dinlenmek istediler. Biz yeşile hasret iki kişi olarak yolumuza devam ettik. Önümüze şöyle bir yazı 'Dikkat ayı çıkabilir.' 

Dedik bizimi bulacak sanki. Yürüdükçe yürüyoruz. Yolda gelirken arkadaşım demişti ki 'O dağın tepesine çıkmak istiyorum.' Gerçekten çıktık. En tepeye, tabana kuvvet çıktık. Biz gidince diğerleri de arkamızdan geldi birbirimizi bulamıyoruz, bağırıyoruz, kimse yok tüm delilikler serbest. Hava güzel, bol oksijen beynimiz dönüyor...Mutlaka yolunuzu düşürün ve oksijenin tadına varın...

Zirveden fotoğraflarla yazıma son veriyorum...








Fotoğrafta küçük bir ilçe var işte oradan zirveye doğru bir yolculuktu bizimkisi. Arkadaşımın küçük bir isteğiydi... :D





Son olarak Kızılcahamam'a gitmeden önce belediyesinin hazırlamış olduğu bu siteyi de ziyaret etmenizi tavsiye ederim...





7 Kasım 2016 Pazartesi

DAĞ 2

   Önce Nefes ile başladı bu seri. Hani hepimizin bildiği şu replik 'Uyursan ölürsün!' Bu replik olarak kaldıysa ve kalbe dokunmadıysa onu da bir sorgulamak lazım...

    Arkasından Dağ geldi. Dağ çok güzeldi. İki farklı genç ve onların kesişen öyküsü. Bu bir öykü gibi gözükse bile gerçeğin ta kendisi. İki uç kişilik bir arada ve aslında bir bütünün parçası. Adı Oğuz olur, Bekir olur, Ahmet olur, Mehmet olur... Tek bir şey vardır aslolan o da 'vatan'dır. Peki bu iki gencin öyküsü 'gazi' oldu da bitti mi? 

    Bitmedi. Daha yeni vizyona girmiş olan DAĞ 2 ile devam ediyor. Karşımıza 'borda bereli' olarak çıkıyorlar...


Hani Türkler film yapamaz derler ya, izleyin bu filmi ve bir kez daha düşünün... Dağ 2 şu an Türk film sektörünün zirvesidir.
Bu bizim gerçeğimiz, bu biziz. Şu filmi izleyip de duygulanmayan ya benliğini sorgulamalı ya da kalbini bir baktırmalı...
Vatan, Türk olmak, arkadaşlık...
Ölüm bir meslek olur mu? Oluyor işte ne güneşler batıyor da oluyor. Kimsenin bilmediği, bilmeyeceği görevler...
'Eğer adınız duyulursa biliniz ki başarısız oldunuz.' Vatan uğruna ölüyorsunuz, göreviniz halk ama kimse adınızı dahi bilmiyor, eğer bilirse siz başarısız oldunuz demektir. Böyle bir eğitimden, ölümden geçiyorsunuz ama düşman kimse onu geçirmiyorsunuz. 

Ölüm sevgili olur mu? Oluyor işte, yanağınızdan öpüyor sizi, içinizi ürpertiyor başta bir titretiyor ama yüzünüze bir tebessüm bırakıyor. Adınızı yine de kimse bilmiyor.

Bayrağınızı gören namusunun korunacağını biliyor.

Başak kan ile besleniyor ama yine de büyüyor.

Bir ölüp bin diriliyorsunuz, yavrunuzu, ananızı, bacınızı, eşinizi yanınızdaki yoldaşınıza emanet edip hiç korkmadan ölüme yürüyorsunuz...Bunun bir bedeli, bunun bir karşılığı yok, olamaz!
Bu sadece aşk, bu sadece inanç, bu kara bir sevda biz ona vatan diyoruz, onlar ise vatanı yaşıyor, yaşatıyor.

Bir film düşünün siz ona film deyin ben gerçek ile burun buruna gelmek diyeceğim. Bu bizim gerçeğimiz. Şimdi burada rahat uyuyorsam birileri benim için, bizler için hiç tereddüt etmeden ölüme yürüdüğünden.

Bir şiir düşünün bir filme bu kadar çok yakışabilecek! "Kahramanların Ölümü" 
Kahramanlar can verir 
Yurdu yaşatmak için...  
Her cümle bir hedef, bir kurşun, bir ölüm.


Ve 7 adam düşünün tereddüt yok,şüphe yok, korku yok, tek gerçek var 'ölüm'

Kartallar yüksekten korkmaz, Kartallar eğer korkarlarsa sen rahat uyuyamazsın.

Kısacası izleyin, izlettirin. Bedelsiz hiçbir şey yoktur. Birileri bir şeylerin bedelini ödediğinden bu aldığımız nefes...Birileri kendini etten duvar ettiği için, birileri bombanın üzerine koştuğu için, ölümü yaşamaktan daha yüce bildiği için. Ama o 'birilerini' biz bilmiyoruz. Çünkü onlar aslında vardılar ama yoktular... 

Ruhları şad olsun!