3 Ekim 2020 Cumartesi

Tuhaf Bir His

 İlk yazımı Mayıs 2016'da paylaştım. 4 yılı geçti artık. 

Mavi ve ütopya kelimeleri benim için oldukça derin anlamlı. Arada googledan arama yaparım "Mavinin Ütopyası" diye. Herkesin aklına gelir mi bu isim? 4 sene boyunca denk gelmedim, yakın zamana kadar gelmemiştim, biraz önceye kadar.

Aynı isimde hem twitter hem instagram hesabı... Bana ait değil tabii, tuhaf bir his... O kadar benimsemişim ki sanki mahremime girilmiş en dokunulmaması gereken şey benden çalınmış gibi...

"Mavinin Ütopyası" o kadar benki o kadar benim bir parçam... 

Şaşırdım, sonra dedim kendime sen bile sana ait değilsin neyin hissiyatı bu?

Çok insan okumuyor biliyorum biraz da belki ondan bu hüzün, ama öyle ya da böyle burası anı defterim, hayata baktığım en karanlık pencere, gördüğüm, okuduğum, izlediğim yaşadığım her şeyden bir şeyin bulunduğu köşe... Hem ütopyam hem de distopyam. Ve en güzeli mavi burası... Mavi size ne hissettiriyorsa tam da o yer burası...


Basit

Çok manidar her şey... Bir o kadar tek düze... Bir o kadar karmaşık. Anlatamayacak kadar uzun konuşamayacak kadar kısa... Fazlasıyla yorgun bir o kadar eksik...Beklediğimiz hayat bu olmasa gerek ama yaşadığımız hayat bu. Basit...


3 Eylül 2020 Perşembe

YALNIZ, İÇTENLİKLE

 Gökyüzüne bakmak için önce arkadaşımı aradım. Hadi sen de gökyüzüne bak diyecektim. Telefonu meşgule aldı. Aynı ortaklığı paylaşmak istemiştim. Gökyüzünün mavisi çok güzel görünüyordu iki dakika sonra siyaha dönecekti sadece iki dakikalık bir ortaklık...


Cevap vermeyince telefona bir müzik açmaya karar verdim. Sonra karışık tuşuna bastım. Özlediğim o ses çalmaya başladı. Eskiden de bana böyle eşlik ederdi. "Feeling" çalan şarkının adıydı. Eskiden galiba bundan dolayı bu kadar yalnız değildim. Sığındığım limanlar vardı. Artık o limanlar tek tek yok oluyor gibi... Yaşımdan büyük ruhumla yaşıyorum ve giderek zorlaşıyor her şey... Ya da ben melankoliyi seven bir karakterle doğdum... Telefonunu açsaydı güzel olurdu... Sonra arayacaktır biliyorum ama o iki dakika çoktan geçti... Sevdiğim ses eşlik ettiği için minnettar olmalıyım belki de ama şarkının sonlarına doğru o ses de kirlendi. Neden böyle nefessiz yaşıyor gibi hissediyorum? Zamanı yanlış yaşadığımı düşündüm hep. Ya da yanlış zamanda mı yaşıyorum? Sonra aklıma birçok yazar geliyor onlar da hep yaşadıkları cağdan memnun değil gibiler. Zamanında onları da kimse anlamamış gibi yazmışlar yalnızlıklarını... Belki de bundan günümüze ve hatta ötesine geçtiler. Ben öyle biri değilim elbette... Keşke kaleme daha sıkı tutunsaydım belki bu denli yalnız olmazdı ruhum. Gören şöyle düşünür bu insanın hiç arkadaşı yok ya da ailesi... Hepsi var çevrem iki çemberden oluşuyor, bu tanımı oldukça sevdim. Biri iç çember diğeri ise dış. Dış çember oldukça kalabalık. Dışımda tuttuklarım. İç çemberdekiler ise her an dışarıya ait olabilecekler. Gökyüzü çoktan karardı. Müzik çoktan bitti. Hevesim de gitti zaten... Zaman kendi istediği gibi yapmaya devam ediyor. Yazdıklarım çöp olmasın diye buraya bırakıyorum. Galiba tek bu kaldı... Sevgili okur yani eğer bu yazının sonuna geldiysen bir şey söylemek istiyorum. Benim gibi yaşama... Kalbinin derinlerine birini al. Zamanında almazsan sonra imkansız oluyor...





26 Temmuz 2020 Pazar

Dün Ölmüş Adamın Yarını

Rastgele geçtiği bir kapının önünde durdu. Onu durduran şey kulağına gelen, kalbine dokunan piyanonun sesiydi. Kapının üzerinde bulunan camdan içeriye doğru baktı. Burası müzik derslerinin verildiği bir kurs olmalıydı. Piyanoyu çalan kişiyi görmeye çalıştı. İnce elleri tuşların üzerinde gezen zarif bir kadındı. Gözlerini ondan alamadı. 1... 2... ve 3... Kendini sınıfın ortasında buldu. Bunu fark etmesini sağlayan şey artık duyamadığı, kalbine dokunan müzik sesiydi. İçeriye girmesiyle herkes şaşırmıştı. Piyanoyu çalan eller de bu herkesin içindeydi. Panikle hemen boş bulduğu bir yere oturdu. Piyano çalan eller de onun mahcubiyetini fark etmiş olmalıydı ki yeniden tuşlar üzerinde gezinmeye başladılar.
3 yıl önce bir sonbahar gününde böyle tanışmışlardı. Bu onların başlangıç anıydı. Şimdi ise hayatlarına yeni bir an daha eklenmişti. İlk çocuklarını kucaklarına anma anı. Oğulları dünyaya gelmiş ve onun ağlama sesini duyan adamın, gözyaşları bu sese eşlik etmişti. Eşine olan minnettarlığını anlatacak bir kelimesi yoktu. Dünyada en çok sevdiği şey eşiydi. Şimdi ise bu sevgisini daha da perçinlemesini sağlayan oğlunu dünyaya getirmişti. Hayatındaki ikinci en değerli zamandı bu...
Günler geçmiş, aylar olmuş, aylar yıllara dönmüştü. Oğlu artık 4 yaşındaydı ve kızının yolunu gözleyen bir adamdı, eşti, babaydı. Hayat her şeyin yolunda gidiyor olmasıyla onu şaşırtıyor bir yandan da geçmişte yaşadığı tüm zorlukların ödülü olarak görüyordu bu 7 yılı. Eşi, oğlu, doğacak kızı, bahçeli müstakil evi, her gün gidebildiği işi için minnettardı. Mutluydu... 
Kızı dünyaya gelecekti sadece bir ay sonra aralarına katılacaktı. Eşiyle hastaneye gitmiş, arabasını park etmişti. Hastane oradaydı sadece karşıya geçeceklerdi. Yaya geçidinin orada yeşil ışığın yanmasını bekliyorlardı. Yeşil ışık yandı... 1... 2... ve 3... Keskin bir fren sesi yanında yere yığılan karnı burnunda karısı ve arkasına bile bakmadan sağa sola doğru zikzaklar çizerek kaçan bir araç... Eşiyle ve doğmamış kızıyla son anıydı. 3 saniyede aşık olduğu kadını 3 saniyede kaybetmişti.
Uykusuz geçen bir dünün ardından bugüne baktı gözleri. Biraz sonra toprağa iki can bırakacaktı. Kabus değildi. Kabus korkutucu olurdu böyle bu denli canını yakmazdı. Kendini de bıraktı o toprağa, devdi ama devrilmişti, küçük bir çocuğun “baba” diyen sesi onu kendine getirdi. Ona baktı, uzun uzun baktı. Ne kadar da annesine benziyordu, farkındaydı bir sorun vardı ama neydi tam olarak anlamıyordu küçük bedeni. Bilmiyordu son görüşüydü annesini. Günler sonra babasına “Annem neden gelmiyor, kardeşimi mi almaya gitti?” diye soracaktı. Adam hayatındaki en zor anı yaşayacaktı. 
Dün ölmüştü fakat yarın yaşamak zorundaydı. Ona baba diye seslenen oğlu için dün ölen adamın yarını olmak zorundaydı...


2 Mayıs 2020 Cumartesi

Hatıralarında Yağmuru Çok Severdi Ayı Sevdiği Gibi


Koşarak uzaklaştı adam. Olabildiğince hızlı koşuyordu. Bu onun ilk kaybedişi değildi. Kalbine saplanan ilk acı değildi. Koşuyordu boşluğun içinde karanlık bir gecede. Ay bile terk etmişti onu. Ama biliyordu ne kadar koşarsa koşsun kaçamayacaktı, kurtulamayacaktı. İnsan kendinden nasıl kurtulurdu? Bu ona öğretilmemişti. Bilmiyordu içindeki bu acıdan nasıl kurtulacağını… Önceleri sessiz gecelerde ayla konuştu. Ama her gün ayın eksildiğini fark etti. Bu yalnızlığı ayı bile değiştiriyordu. Ay onu terk ediyordu. Sonra her dolunayda konuştuğu ayın yeni bir ay olduğunu düşündü. İhanete uğramış gibi hissetmeye başladı. Gece ve gündüz, pazartesi ve cuma her şey ama her şey birbirinin aynıydı. Ay onu terk ettikten sonra bir süre gözyaşlarının arkasına sığındı, bir süre hiç konuşmamaya sığındı…

Koştukça eksildi adam, eksildikçe yalnızlaştı. Dayanamıyordu artık buna, kaçamıyordu kendinden daha fazla. Gökyüzüne bakmak eskiden çok huzur vericiydi, umut vardı orada ama artık gökyüzüne baktığında sadece boşluğu görüyordu, gittikçe derinleşen bir boşluk. Önce birilerine anlatmayı denedi ama herkes ona “Bu ne ki, bu yaşadığın hiçbir şey.” dedi. Tuttular onunla kendi acılarını kıyasladılar. Adam anlatmaktan vazgeçti, artık kabul etmişti, herkes her şeyi biliyordu onun yaşadığını anlamayacaklardı, anlamak için çaba gösteren ona umut veren, gözünün içine bakan onu anlayan biri yoktu. Sonra bütün pencerelerini kapattı. Güneş evine girmemişti zaten hiç, ay ise çoktan terk etmişti.

Olduğu yerde durdu, bir umut baktı gökyüzüne, yağmur yağacaktı sanki… Bulutlar birazdan selamlayacaktı onu. Yağmur damlaları yüzüne çarpmaya başladı. Huzurlu hissetti, şu an tam burada ölseydi, bu yağmur onu sürükleyip bir boşluğa götürseydi, kimin umurunda olurdu, diye düşündü… Sonra bu düşünceyi attı kafasından, yaşaması gerekiyordu, yaşamalıydı… Nefes alıyordu, birazdan toprak kokusu gelirdi burnuna biliyordu… Hatıralarında yağmuru çok severdi, ayı sevdiği gibi.

Çok basitti aslında “Nasılsın?” duymak istediği sadece buydu, içten kalpten bir soruydu. Bencilleşen dünyada insanlar yalnızlığı seçtiği için onu suçladı. Fakat kimse anlamak istemedi. O yalnızlığı seviyordu. Yalnızlığı sevdiği için insanlar ona “Ağır bir depresyondasın.” dediler bu cümlelerdi belki de kalbine saplanan acılar. Sadece kendine tenhalaşmayı seviyordu, sadece olduğu gibi kabul edilmeyi diliyordu. Kendini öldürmeyi bir kere bile aklından geçirmedi, kendini bulma mücadelesi içindeydi ama insanlar onun yerine karar verdiler ve onun fikirleri yerine kendi fikirlerini onun düşünceleriymişçesine söylediler. Adam bir süre sonra bu kadar insan bunları söylüyorsa, evet yanlış olan benim yalnızlıkla arkadaş olunmaz, diye düşünmeye başladı. Sonra vazgeçti her şeyden ve koşmaya başladı, koştu, koştu, koştu… Kaçamıyordu kendinden. Nefessiz kalıncaya kadar koştu. Bir yağmur damlası yüzüne çarpana kadar… Gözlerini kapatmıştı, sırılsıklam oldu… Önemsemedi… Birazdan eve dönecekti… Belki yarın hasta olacaktı, işe gidemeyecekti. Gece, gündüz, pazartesi, cuma olacaktı… Adam eksilmeye devam edecekti. İnsanlar arasında kalabalık bir çevrede eksilmeye devam edecekti sadece…


NF - Remember This dinlemek için yazıya tık tık...

26 Nisan 2020 Pazar

Hangi Kurt Kazandı?

Eskiden kolaydı yazmak, zaman geçtikçe daha da zorlaştı. Her şey karmaşık bir hal aldı. Yazmak da öyle. Bir hayalim var kimseye söylemediğim ve söylemeyeceğim.

Eskiden çok sevdiğim bir söz vardı. "Hayallerine inandığın kadar yakınsın." Artık bu sözü söyleyen kişiye inanmıyorum, bence artık o da inanmıyor sadece yapması gerekeni yapmaya devam ediyor. Bu sözde büyüsünü böylelikle kaybetti. Ne büyük hayal kırıklığı.

Artık ben de inanamıyorum. En çok kendime, düşünce yapımın bu denli kötüleşmesine... Kalem kılıçtan keskindir, derler. Kalem tutan ellerin düşünceleri büyük birader tarafından yönetiliyorsa eğer bir önemi yok tabii. Dünya sizin ya da benim zihnimizde kurduğumuzdan çok farklı bir çarkla dönüyor. Dünya nasıl oluyorsa, seni kendi istediği şekle büründürüyor. Zihnimdeki ben olsaydım eğer şu an bunları yazan, muhtemelen akışı çok farklı bir yöne giderdi. Artık inanmıyorum hayallerime. Onlardan oldukça uzaklaştım. Bunu ne zaman fark ettim? Yaşadığım ben aslında hayal kurmamış hiç, bunu anladığımda gerçekten acıydı. Uzun süre bunun iç muhasebesini yaptıktan sonra ağır bir kayıp verdim. Artık olduğum yerde bir şeylerin değişmeyecek olduğunu kabul ederek...

Zaten bu kabul edişler bugünkü beni var etti. Eskiden insanlara umut barındıran şeyler söylerdim. Yapabilirsin, dene, bir kere başarısız oldun henüz ikinci değil, buna benzer pek çok şey... Şimdi ise "olmuyorsa olmuyordur, bırak demek ki bu sana göre değil" gibi cümleler dökülüyor ağzımdan. Örnekleri çoğaltabilirim. Değişen neydi tam olarak, kuşlar hâlâ uçuyor oysaki... Ölenler olsa bile hâlâ uçanlar var... Bakış açım beni tam olarak bu noktaya getirdi. Güneş doğuyor, evet doğduğu gibi de batıyor. Peki en sevdiğin ay? Ay artık o eski görkemini kaybetti. Ama biliyor musun sevgili okur, ben yeniden dolunayı görmek isterdim. Dolunaydan aşağıya bir salıncak yapıp onda sallanmak isterdim. Böyle başlamıştı dolunayın hikâyesi ama şimdi salıncak koptu, o çocuk düştü, belki öldü, belki hiç var olmadı...

Hikâyede anlatıldığı gibi kalpte iki kurt kavga etti durdu, peki kim kazandı? Etkileyici bir soruydu bu, hangisini beslediysen demişti Hintli bilgin. Ben sevgili bilgin iki kurdu da aç bıraktım ve ikisi de kaybetti...


11 Ocak 2020 Cumartesi

BUZDA DANS (Yuzuru Hanyu)



Kimileri spor diyor buna kimileri dans ben ise Yuzuru Hanyu diyorum. Yuzuru Hanyu benim için diğer adıyla "Sanat yapar gibi spor yapan adam." Tırnak içindeki yazıya tıklayın ve videoyu izlerken okuyun lütfen... 


Dizlerinin üzerine çökmüştü. Hayatın ağırlığını omuzlarında taşıyordu. Bakışları oldukça keskindi. Yapmak istediği şeyi biliyordu kendinden oldukça emindi. Geleceği için emin olmak zorundaydı. Ellerini havaya kaldırdı. Bu sadece başlangıçtı. Etrafından o kötü enerjiyi atmak ister gibiydi. Belki yalnızlıktı bu zirvede olana bahşedilen yalnızlık. Güç kelimesi kendisiydi adeta, yeniden güç buldu içindeki yorgun adam ayağa kalktı. Elleri ile kapattı gözlerini. Bir saniye düşündü sadece bir saniye… Omuzlarını silkeledi. Kendine olan güvenini sarsıp uyandırmaktı belki de amacı. Bir bıçağın sırtında gezer gibiydi. Bir bıçağın sırtında dans ediyordu hayatıyla. Geriye doğru baktığında zamanın aktığını gördü. Geçmiş artık dönemeyeceği bir yoldu. Bir bıçakla keser gibi geçmişi bıraktı arkasında. İleriye doğru koşması gerekiyordu. Şansı da yaver gitmişti. Bir rüzgâr adeta ona eşlik ediyordu. Birazdan sanki fırtına kopacaktı. Bu fırtına belki bir yeri yok edecekti. Bu yok oluş bir başlangıcın habercisiydi.

Belki güneş doğacaktı ve gece yerini aya bırakacaktı ve ay onun avuçlarında dans edecekti. Her şey onun etrafında dönüyordu o ise ellerini başının üzerine götürmüş o derinliği düşünüyordu. Ay mıydı başında duran yoksa güneş miydi gözlerini böyle kıstıran. Her şey birden hızlandı. Döndükçe durdu dünya, dünya durdukça o döndü. Ahenkle dans etmeye başladı, nefesini tuttu. Sessizlik bir, iki ve üç… Sakindi ve soğuktu her şey… Tertemiz bir hayata yeniden başlıyor gibiydi. Yanaklarından süzülen yağmur damlalarını olmalıydı. Keskin bir kılıç gibi gökyüzünü yardı çizgileri… Bir kez daha tuttu nefesini ve adımlarını hızlandırdı. Güneş, ay, bir kılıç hepsi onun içindeydi. Yumruğunu havaya kaldırdı, yeniden inancı, gücü buldu. Henüz yenilmemişti. Hiçbir şey bitmemişti aslında her şey şimdi başlıyordu. Zaferini kutluyor gibi. Çıkardı yayını ve arkasından fırlattı okunu, bedeni gerildi bir yay gibi. Artık o silahın kendisiydi. Ellerini gezdirdi yeni dünyasının üzerinde. Kapattı tüm köşelerini adeta ve yeniden uyandı bıçak üzerindeki adam bu bir dirilişin hikâyesiydi, döndükçe büyüdü dünya döndükçe güzelleşti her şey ve son kez kaldırdı yumruğunu havaya o bu savaşı kazanmıştı.




İki kez olimpiyat şampiyonu olmuş ve hiçbir zaman pes etmeyip her zaman daha ilerisini hedefleyen, geçirdiği tüm sakatlıklara rağmen mücadelesine devam edip sporcu kimliği ile de göz dolduran bu insanı desteklemek ve onu tanıtmak amacıyla yazdım. Umuyorum ki onun genç yaşına rağmen azmiyle elde ettiği bütün başarılar bizlere de umut olur. Onu ve onun gibileri örnek alıp kendimizi geliştirmekten asla vazgeçmeyiz.

Japonya depreminin ağırlığı ile karşılaşmış bir çocuktu ve o zamanlar ülkesini en iyi şekilde temsil etmek için elinden geleni yapacağına dair kendisine söz vermiş. Bugün defalarca kez ülkesine birincilikler getiren ve bayrağını dalgalandırıp marşını okutan bir gence dönüştü... Umarım bir gün herkese örnek olarak gösterilir...

Yuzuru Hanyu'nun Hayatı okumak için yazıya tık tık... Astım hastası bir adam nefes kesen buzun üzerinde başarılara imza atıyor, güç, inanç ve azimle...







2020 HAYALLERİMİ YAKTIM


2020 yılının ilk yazısı… Birkaç insan vardı yazdıklarımı okuyan hâlâ yazıklarımı okuyor musunuz? Cevabını bilmiyorum. Burası benim anı defterim, günlüğüm, hikâye kitabımın ilk sayfaları gibi… Özlediğim bir mekân…

Yeni yıl bizlere yeni umutlar getirir diyerek başlamak istiyorum. Geçen yılda biliyorum yaptığınız çoğu planı gerçekleştiremediniz. Bu yıl yeni planlar oluşturdunuz elbette umuyorum ki onları gerçekleştirdiğiniz bir yıl olur…

Bana gelecek olursa her geçen yıl biraz daha eksiliyorum… Biraz daha küçülüyorum… Yaşım büyüyor. Ben de planlarımı yapamıyorum hayat farklı yönlere çekiyor. Bir de büyük eksiklikler var. Sevgi gibi daha büyüğü saygı gibi…

Her gün dünyanın derdini sırtlanıyor her günün sonunda ölüme yatar gibi uykuya yatıyoruz… Kendi çapımızda büyük işler başarıyor büyük kayıplar veriyoruz ya da tam tersi hepsi küçük küçücük şeylere dönüşüyor.

İnsanların bakışları arasında yaşamak zordur. İnsanların bakışları arasında hayal kurmak da zor artık. Herkes yeni yıla yeni hayallerini kurarak girdi belki benim gibi hayallerini yıkarak başlayanlar da vardır. Sevgili okur biliyorum sen bensin ben de senim çünkü bizler küçük mutlulukların peşinde koşan insanlarız. Eğer bu yazıyı okuyorsan satırlar arasında sen de varsan sana bir şey söylemek istiyorum. Dünyadan adalet bekleme dünya asla adil olmayacak, bir şeylere inanıyor ya da hiçbir şeye inanmıyor olabilirsin ama hayal et, inan, pes etme, vazgeçme, mücadelen başarısızlıkla sonuçlansa bile yeniden dene… Bir gün gelecek ve o kısacık mutluluğu tadacaksın. Mutluluklar hep kısadır çünkü. Unutma “Henüz en iyisini yaşamadın.” o zamana kadar devam etmek zorundasın…

Sevgili okur sen bensen ve ben de sensem eğer bizsek devam etmek zorundayız. Diyeceksin ki hayallerimi yaktım, demiştin. Evet, yaktım çünkü onlar küçük hayallerdi gerçekleşmeyen küçük hayaller onlardan kurtulup daha büyük hayaller kurmak için onları yaktım…
Birilerinin bir şeyleri değiştirme vakti gelmedi mi sence?