Gece gökyüzünü kaplayan milyonlarca yıldız, ilhamlarını aldıkları güneşe yavaş yavaş bırakıyordu yerlerini. Yaşlı kadın bu anı kaçırmak istemedi. Gözlerini bir saniye bile kırpmadan aheste aheste doğan güneşi izliyordu. Güneş sanki avucunun içindeydi, kalbinde doğuyor, yüzüne gülüyordu. Yanında uzanan adama baktı. Yıllarını eskittiği adama. Öyle buruşmuş, öyle umutsuz... Sonra kendi ellerini uzattı güneşe doğru, kat kat izler vardı ellerinde. Siyaha çalan lekeler... Yavaşça kalktı olduğu yerden güneşe doğru bir adım attı ve bir adım daha... Güneşin tenini okşamasına izin verdi. Aklı onu bilmem kaçıncı yılın, kaçıncı ayına götürdü. Arkasında boylu boyunca uzanan adamla tanıştığı zamandan bir parçaydı. Tuttu o anı, zorladı kendini anımsamaya çalıştı. Belli belirsizdi her şey. Yine böyle yükseliyordu güneş, yine tenini okşuyordu, pürüzsüzdü bir zamanlar teni. Gözlerini kapadı kadın, güneşi daha da hissetti, en derininde bir yerlerde duran o anıyı bulmak istiyordu. Beyni her geçen gün ona ihanet edip bir şeyleri ondan çalıyordu. Bir gün arkasında uyuyan adamı da hatırlamayacaktı biliyordu. Güzel günler mazide kalmış ama o ısrarla onları oradan koparıp şu ana getirmek için bir savaş başlatmıştı. İçinde doğan güneş yerini sessiz ama derinden sarsan bir fırtınaya bıraktı aniden. Tenine değen güneşti ama bir buz yanığı gibi yakıyordu onu. Beyninin ihanetini kaldıramıyordu yaşlı bedeni. Olduğu yere yığıldı, arkasında uyuyan adam onun düştüğünü duymadı bile... Kalkmaya çalıştı, başını kaldırmaya çalıştı olmadı...Elinin bir parçasına hâlâ dokunuyordu güneş. Tutmaya çalıştı ışığı ve hatırladı... Bir nisan günüydü, çimlere uzanmış sonsuz gökyüzünde milyonlarca hayalin peşinden koşuyordu. Etrafında kuş sesleri, ağaçların birbirine değen yaprakların hışırtısı, hafif bir rüzgâr... Bembeyaz teni güneşin dokunuşlarına esirdi ama umurunda değildi. Biraz ötesinde genç bir adam duruyordu, gökyüzünü izliyor lakin o adamın da ona baktığını hissediyordu. Muzip bir gülümseme belirdi yüzünde genç kızın, içinden binlerce kez yanına gelmesini diledi adamın. Genç adam anladı ve o cesareti buldu kendinde . Çekimser ama bir o kadar da cesaret dolu adımlarla geldi kızın yanına. Böyle tanışmışlardı, ilk o zaman aynı güneşin altında parlamışlardı. Gülümsedi yaşlı kadın hatırlamıştı, adam uyanmamıştı hâlâ...Yaşlı kadın son bir kez daha denedi kalkmayı. Başaramadı. Elinde bir tutam güneşin izi, arkasında uyuyan yaşlı bir adamın hatırası ve ağır ağır kapanan mavi gözleri...
Oradan buradan her yerden, biraz yakından biraz uzaktan...İçimden nasıl geliyorsa...Yazmasaydım çıldıracaktım tadında...
7 Ocak 2017 Cumartesi
6 Ocak 2017 Cuma
Şehit Mehmet Zengin'e
Üzerine ilk kar yağdı mı şehidim? İlk yağmur tanesi düştü mü toprağına? Ya güneş vurdu mu, hissettin mi şehidim?
Daha gencecik yaşında, baharın başında kahpe bir vurgunla ahh be sehidim yaktın bizi...Annenin gözyaşı değdi mi sana? Babanın sesini duydun mu? "Vatan sağ olsun." dedi değil mi? Sizler yaşadıkça vatan sağ olacaktır.
Kalk Mehmet'im yanına geldik kalk selam dur bize. Gülümseyen gözlerini görelim. Kalk Mehmet'im seni tanımayan bu insanalra selam dur. Gittin şehidim arkanda gözü yaşlı ananı bıraktın da gittin. Bak Mehmet kuşlar ötüyor başında. Yasin okuyoruz sana duyuyor musun? Aynı yaşın içinde sen mezarın içinde bense başında. Ahh Mehmet yaktın bizi. Yanına koymuşlar gencecik iki şehidi daha. Etrafında hep senin yaşıtların. Çok korktum anneni başında görmekten sorsa benim oğlum dese benim oğlum toprak altında ne derdim ona şehidiim. Elimiz boş geldik Mehmet elimiz boş geldik...Duamızı bırakıp gözümüz yaşlı gidiyoruz Mehmet. Sen ve senin yanındakiler biraz ötende duran 15 Temmuz Şehitleri hemen onların yanında senden bir hafta sonra Kayseri şehidim. Hepsi biziz Mehmet hepiniz Türkiye'nin şehidisiniz. Ruhunuz şad olsun.
"Canım acıyor Mehmet'im... Seni, zehir gibi bir acıyla tanıdım. Canım acıyor Mehmet'im... Zehir gibi bir acıyı seninle tanıdım." Bu cümleleri kuran kardeşimiz sayesinde Mehmet'i tanıyıp yayına gittik, gencecik yaşında boylu boyuna yatıyordu Mehmet, toprağı üzerine çökmüştü bile. Allah ailelerimize sabırlar versin.
Daha gencecik yaşında, baharın başında kahpe bir vurgunla ahh be sehidim yaktın bizi...Annenin gözyaşı değdi mi sana? Babanın sesini duydun mu? "Vatan sağ olsun." dedi değil mi? Sizler yaşadıkça vatan sağ olacaktır.
Kalk Mehmet'im yanına geldik kalk selam dur bize. Gülümseyen gözlerini görelim. Kalk Mehmet'im seni tanımayan bu insanalra selam dur. Gittin şehidim arkanda gözü yaşlı ananı bıraktın da gittin. Bak Mehmet kuşlar ötüyor başında. Yasin okuyoruz sana duyuyor musun? Aynı yaşın içinde sen mezarın içinde bense başında. Ahh Mehmet yaktın bizi. Yanına koymuşlar gencecik iki şehidi daha. Etrafında hep senin yaşıtların. Çok korktum anneni başında görmekten sorsa benim oğlum dese benim oğlum toprak altında ne derdim ona şehidiim. Elimiz boş geldik Mehmet elimiz boş geldik...Duamızı bırakıp gözümüz yaşlı gidiyoruz Mehmet. Sen ve senin yanındakiler biraz ötende duran 15 Temmuz Şehitleri hemen onların yanında senden bir hafta sonra Kayseri şehidim. Hepsi biziz Mehmet hepiniz Türkiye'nin şehidisiniz. Ruhunuz şad olsun.
"Canım acıyor Mehmet'im... Seni, zehir gibi bir acıyla tanıdım. Canım acıyor Mehmet'im... Zehir gibi bir acıyı seninle tanıdım." Bu cümleleri kuran kardeşimiz sayesinde Mehmet'i tanıyıp yayına gittik, gencecik yaşında boylu boyuna yatıyordu Mehmet, toprağı üzerine çökmüştü bile. Allah ailelerimize sabırlar versin.
5 Ocak 2017 Perşembe
Fısıltılar Çoğalınca 2
Koşarak
kendini sokağa atmıştı. Bu kaçıncı kaçıştı, bu kaçıncı adımıydı, bilmiyordu.
Karanlık bir gecede yine kaçıyordu. Koşarken omzundan aşağıya düşen hırkasını
düzeltmeyi de ihmal etmemişti. Eli biraz önce kana bulanan dudağına doğru
kaydı. Acıyordu ama alışmıştı. Arkasında duyduğu ayak sesleri koşmasını
hızlandırmıştı. Gördüğü karanlık bir sokağa saptı ve artık onu taşıyamayan
ayaklarının da etkisiyle bir duvar dibine çöktü. Başında biriken terleri elinin
tersiyle sildi ve soluk soluğa kalmış olan nefesini kontrol etmeye çalıştı.
Hava ayazdı, ellerinin donduğunu hissetti. Çöktüğü yerde ayaklarını kendine
doğru çekti, hırkasına iyice sarıldı. Başını dizlerinin üzerine koydu, sessizce
ağlamaya başladı. Ayak sesleri iyice yaklaşmıştı, o ayakların sahibi ‘Nerdesin,
Allah’ın belası?’ diye bağırıyordu. Genç kız korku dolu gözlerle saklandığı yerden sokağa
bakıyordu. Abisinin oradan geçişini gördü. Nefesini tutuyordu. Abisinin ara
sokağa girmek aklına gelmemişti. Bu cılız beden ise korkuya karışan soğukla
üşümeye devam ediyordu. 20 yaşında hayat onun için dolu doluluğu değil de
bomboşluğu ifade ediyordu. Öz ailesinde üvey evlat muamelesi görüyordu, doğduğu
günden beri evin üveyiydi. Tek suçu fazla güzel olmaktı. Her gün bu güzelliğe
bir çarpı atılıyordu. Gerek abisi gerek babası tarafından. Bugün de diğer
günlerde olduğu gibi olmuştu.
...
Bu düşüncelerle gözlerine düşen ağırlık –soğuğunda bu ağırlıkta payı inkâr edilemezdi- onu uykunun sıcak kollarına bırakmıştı. O böyle hissediyordu ama aslında donuyordu ve bu soğukluk bedenini uykuya yöneltiyordu. Saatleri bu dar sokak arasında geçirmiş bedeni donuyordu. Gerçek tam olarak buydu. Gözlerini açmaya çalışıyordu ama başarısızdı yapamıyordu bir türlü. Oturduğu zemin bile artık yoktu hissedemiyordu. Titreyen dudakları dışında hiçbir yeri hareket etmiyordu. Kulakları bir ayak sesini duyar gibi oldu ama emin değildi, bu bir yanılgı olabilirdi. Bir el hissetti aslında hissizliğine karşı bir sıcaklıktı, omzuna dokunan. Burnunda soluduğu bir koku sardı onu. Deniz kokuyordu sanki. Bu gerçek ve hayal arasında bir çizgiydi. Hiçbir şeyden emin olamıyordu. Omzunda hissettiği elin sıcaklığı bedenini sarmıştı. Bir şey onu sarıyordu sanki fakat bu gözlerini açması için yeterli değildi, başaramıyordu açamıyordu genç kız gözlerini. Tuhaf bir his diye düşündü. Sonra tüm düşünceler yok oldu boşlukta, kayboldular, belki de asılı kaldılar. Zaman sonra, öyle olmalıydı zaman geçmiş olmalıydı. Bu boşluğun başka bir açıklaması yoktu. Uykudayken zamanı nasıl anlamlandıramıyorsak öyle bir histi. Gözlerini açtığında her şey normaldi. Deniz kokusu yok olmuştu. O koku bir rüya olmalıydı. Hatta şu an tamamen bir rüya olmalıydı. Zemin yok olmuştu, bedeni artık onunla değildi...
...
Bu düşüncelerle gözlerine düşen ağırlık –soğuğunda bu ağırlıkta payı inkâr edilemezdi- onu uykunun sıcak kollarına bırakmıştı. O böyle hissediyordu ama aslında donuyordu ve bu soğukluk bedenini uykuya yöneltiyordu. Saatleri bu dar sokak arasında geçirmiş bedeni donuyordu. Gerçek tam olarak buydu. Gözlerini açmaya çalışıyordu ama başarısızdı yapamıyordu bir türlü. Oturduğu zemin bile artık yoktu hissedemiyordu. Titreyen dudakları dışında hiçbir yeri hareket etmiyordu. Kulakları bir ayak sesini duyar gibi oldu ama emin değildi, bu bir yanılgı olabilirdi. Bir el hissetti aslında hissizliğine karşı bir sıcaklıktı, omzuna dokunan. Burnunda soluduğu bir koku sardı onu. Deniz kokuyordu sanki. Bu gerçek ve hayal arasında bir çizgiydi. Hiçbir şeyden emin olamıyordu. Omzunda hissettiği elin sıcaklığı bedenini sarmıştı. Bir şey onu sarıyordu sanki fakat bu gözlerini açması için yeterli değildi, başaramıyordu açamıyordu genç kız gözlerini. Tuhaf bir his diye düşündü. Sonra tüm düşünceler yok oldu boşlukta, kayboldular, belki de asılı kaldılar. Zaman sonra, öyle olmalıydı zaman geçmiş olmalıydı. Bu boşluğun başka bir açıklaması yoktu. Uykudayken zamanı nasıl anlamlandıramıyorsak öyle bir histi. Gözlerini açtığında her şey normaldi. Deniz kokusu yok olmuştu. O koku bir rüya olmalıydı. Hatta şu an tamamen bir rüya olmalıydı. Zemin yok olmuştu, bedeni artık onunla değildi...
4 Ocak 2017 Çarşamba
Fısıltılar Çoğalınca
Ağır
adımlarla ilerliyordu. Yalnızdı. Sırtına çaresizliğini yüklemiş yürüyordu.
Kalbinin atışları dengesizdi. Başının dönmesiyle beraber olduğu yere yığıldı.
Gözlerini kapattı ve kendine gelmek için biraz bekledi. Başının dönmesi
geçmişti ama gözlerini açmak istemiyordu. İnsanlar yanından, sağından ve
solundan her yerden akıp gidiyordu o ise olduğu yere çivilenmişti. Böylece
sonsuz olmak istiyordu. Yüzüne çarpan rüzgârı hisseti, içinden ‘Senin bile
gideceğin bir yer varken, ben nasıl oluyor da hiçliğime bile bir yer
bulamıyorum.’ diye söylendi. Bir amacı var mıydı şu dünyada? Belki de öylesine
gelmişti. Öylesine büyümüş, öylesine yaşamıştı her şeyi. Bugün tattığı acı da
öylesine miydi? O zaman bu kadar acıtmamalıydı. Acıyordu işte yanıyordu içinde
bir yangın ve burnuna iğrenç bir yanık kokusu geliyordu. Sanki acıyı soluyordu.
Eliyle yerden güç alarak kalkmaya çalıştı. Yüzünde acının ifadeye bürünmüş
hali. Yürümeye başladı. Adımları sıradandı, öylesine bir adamın
öylesine olan adımlarının sıradanlığı. Kendine sordu ‘Nereye gidiyorum?’,
cevabı yoktu bu sorunun biliyordu. Sadece yürüyordu. Derin bir nefes aldı.
Yanan bedeninden gelen kokunun yerini burnuna gelen yosun kokusu almıştı. Onu
her zaman dinlendiren, sığınağı, kaçışı olan denize doğru yöneldi. Boş bulduğu
banka oturdu. İnce uzun parmaklarını saçlarını arasından geçirdi. Ağlamak
istiyordu, hatta bağıra bağıra ağlamak istiyordu. Fakat tutuyordu kendini,
içine akıtıyordu yaşlarını. Yeterince ağlamamış mıydı? Her güne lanet etmemiş
miydi? Yine de gözünden düşen tek damla yaşa engel olamamıştı. İçinden binlerce küfür savurdu, her şey
yolunda giderken bu da neydi bilmiyordu. Ve küfürlerinin arkasına
pişmanlıklarını ekledi. Yaşamadan pişman olmazdı bir insan o ise yaşadığı çoğu
şeye pişmandı. Yıllar önce yetimliği tadan bu bedeni dün öksüzlüğü de tatmıştı.
Bugün ise öksüzlüğü toprak olmuştu, genç adam gerçeği farkına varmıştı.
İliklerine kadar hissetmişti. Mükemmel yüzünün altında kader denen yazı ondan
ruhunu almış, herkesin hayran kaldığı o yeşil gözleri ise siyahın en koyusuna
boyanmıştı. Aynaya baktığı zamanlarda hayran kalınan o beden umurunda değildi.
Çünkü son bir parça olarak kalmış olan insanlığını da bugün toprağa vermişti.
Özünde iyi biriydi. Evet, hâlâ bir yerlerde öyle biri bunu kendi de biliyordu
ama şu an böyle hissetmiyordu. Siyah ceketini çıkardı. Üşürsem belki kendime
gelebilirim diyordu. Hayır, o ev artık benim değil, burada donarak ölemez
miydim? Bu düşüncelerle beynini yoruyordu. Tek damla olarak başlayan yaşları da
giderek artıyordu. En değerlisini annesini 21 yaşında olan bu adam toprağa
vermişti. Ne çok çekmişlerdi, nelere katlanmışlardı. Ama ölüme bir çareleri
yoktu. Elinin tersiyle gözündeki yaşları sildi. Çıkardığı ceketini eline aldı
ve yeniden yürümeye başladı. Deniz bugün işe yaramıyordu. Onun için her şey
anlamsızlaşmıştı. Hâlâ nereye gideceğini bilmiyordu. Sırtında çaresizliği ile
21 yaşındaki bu yalnız adam sadece yürüyordu.
3 Ocak 2017 Salı
Beni Affet
Bir an gelir, dilin susar, kalbin düğümlenir, düşüncelerin yok olur... Bir an gelir her şey siyaha döner, dünya kararır, güneş ışığını kaybeder, gökyüzü gözyaşlarına bulanır...
Bir an öyle bir an ki sadece yaşarsın, yazmak istersin daha çok susarsın, konuşmak istersin daha çok dinlersin,...Anlamını yitiriverir her şey...Sadece gözlerini kapayıp geçmesini beklersin, kalbin sızlar o kadar kolay değil der, o kadar kolay değil ben seni affetmedim... Şimdi kurtulamazsın, beni o kadar dışladın, o kadar öteledin ki "Ben affetmeden olmaz!" diye sızlar kalbin.
Aklın çıkmazın uçurumunda, intiharın eşiğinde bir adım yalnızca bir adım. Yürürse düşecek ama izin vermez kalbin, kolay değil der acı çekmeden olmaz, üzülmeden olmaz, geçer sandın ama geçmeyecek. Kaçtığın kadar kovalanmadın henüz. Mantığının ağır geldiği terazi yordu artık bedenini, dinlemedin tüm haykırışlarımı, şimdi öyle kolayca kurtulamazsın.
İçinde tarif edemediğin bu his, her zaman aklınla aldığın bu yolun seni tanımsızlığın içine sokmasından başka bir şey değil. Öğrenmen gereken zamanda kendini kulelerine kapattın ve tek yaptığın orada yalnızlığınla oturmak, onunla yemek, içmek, uyumak, düşünmek oldu.
Kalbine bir kere sormadın? Sen ne istersin, derdin ne? Olduğun yer rahat mı? Şimdi öyle kolay değil aklının intihar etmesi. Kelimelerin düğümlendi, çok derin derinlerinde bir yerlerde sustu tüm yalnızlığın, sen olduğundan çok daha farklı bir rüyanın içine daldın, kalbin tekledi ve artık uyandın...Öyle kolay değil ben seni affetmedim, ben seni affetmeyeceğim. Hiç beklemediğin o bir anda aklının seni yarı yolda bırakmış olması, kalbinin varlığının gün yüzüne çıkması ve güneşin ışığını terk etmesi hepsi bir paralelin içinde yalnızca sana çıkan o kapıda dimdik duruyor karşında...Şimdi sus, konuşma sadece dinle, dinle kalbin ne diyor?
Bu gece kalbimi avutmam lazım, bu gece her şeyi unutmam...(Cem Adrian)
Bazen şarkılar his olur kelime olur, öyle bir anda dökülüverirler satırlara...
Bir an öyle bir an ki sadece yaşarsın, yazmak istersin daha çok susarsın, konuşmak istersin daha çok dinlersin,...Anlamını yitiriverir her şey...Sadece gözlerini kapayıp geçmesini beklersin, kalbin sızlar o kadar kolay değil der, o kadar kolay değil ben seni affetmedim... Şimdi kurtulamazsın, beni o kadar dışladın, o kadar öteledin ki "Ben affetmeden olmaz!" diye sızlar kalbin.
Aklın çıkmazın uçurumunda, intiharın eşiğinde bir adım yalnızca bir adım. Yürürse düşecek ama izin vermez kalbin, kolay değil der acı çekmeden olmaz, üzülmeden olmaz, geçer sandın ama geçmeyecek. Kaçtığın kadar kovalanmadın henüz. Mantığının ağır geldiği terazi yordu artık bedenini, dinlemedin tüm haykırışlarımı, şimdi öyle kolayca kurtulamazsın.
İçinde tarif edemediğin bu his, her zaman aklınla aldığın bu yolun seni tanımsızlığın içine sokmasından başka bir şey değil. Öğrenmen gereken zamanda kendini kulelerine kapattın ve tek yaptığın orada yalnızlığınla oturmak, onunla yemek, içmek, uyumak, düşünmek oldu.
Kalbine bir kere sormadın? Sen ne istersin, derdin ne? Olduğun yer rahat mı? Şimdi öyle kolay değil aklının intihar etmesi. Kelimelerin düğümlendi, çok derin derinlerinde bir yerlerde sustu tüm yalnızlığın, sen olduğundan çok daha farklı bir rüyanın içine daldın, kalbin tekledi ve artık uyandın...Öyle kolay değil ben seni affetmedim, ben seni affetmeyeceğim. Hiç beklemediğin o bir anda aklının seni yarı yolda bırakmış olması, kalbinin varlığının gün yüzüne çıkması ve güneşin ışığını terk etmesi hepsi bir paralelin içinde yalnızca sana çıkan o kapıda dimdik duruyor karşında...Şimdi sus, konuşma sadece dinle, dinle kalbin ne diyor?
Bu gece kalbimi avutmam lazım, bu gece her şeyi unutmam...(Cem Adrian)
Bazen şarkılar his olur kelime olur, öyle bir anda dökülüverirler satırlara...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)