4 Ocak 2017 Çarşamba

Fısıltılar Çoğalınca

Ağır adımlarla ilerliyordu. Yalnızdı. Sırtına çaresizliğini yüklemiş yürüyordu. Kalbinin atışları dengesizdi. Başının dönmesiyle beraber olduğu yere yığıldı. Gözlerini kapattı ve kendine gelmek için biraz bekledi. Başının dönmesi geçmişti ama gözlerini açmak istemiyordu. İnsanlar yanından, sağından ve solundan her yerden akıp gidiyordu o ise olduğu yere çivilenmişti. Böylece sonsuz olmak istiyordu. Yüzüne çarpan rüzgârı hisseti, içinden ‘Senin bile gideceğin bir yer varken, ben nasıl oluyor da hiçliğime bile bir yer bulamıyorum.’ diye söylendi. Bir amacı var mıydı şu dünyada? Belki de öylesine gelmişti. Öylesine büyümüş, öylesine yaşamıştı her şeyi. Bugün tattığı acı da öylesine miydi? O zaman bu kadar acıtmamalıydı. Acıyordu işte yanıyordu içinde bir yangın ve burnuna iğrenç bir yanık kokusu geliyordu. Sanki acıyı soluyordu. Eliyle yerden güç alarak kalkmaya çalıştı. Yüzünde acının ifadeye bürünmüş hali. Yürümeye başladı. Adımları sıradandı, öylesine bir adamın öylesine olan adımlarının sıradanlığı. Kendine sordu ‘Nereye gidiyorum?’, cevabı yoktu bu sorunun biliyordu. Sadece yürüyordu. Derin bir nefes aldı. Yanan bedeninden gelen kokunun yerini burnuna gelen yosun kokusu almıştı. Onu her zaman dinlendiren, sığınağı, kaçışı olan denize doğru yöneldi. Boş bulduğu banka oturdu. İnce uzun parmaklarını saçlarını arasından geçirdi. Ağlamak istiyordu, hatta bağıra bağıra ağlamak istiyordu. Fakat tutuyordu kendini, içine akıtıyordu yaşlarını. Yeterince ağlamamış mıydı? Her güne lanet etmemiş miydi? Yine de gözünden düşen tek damla yaşa engel olamamıştı.  İçinden binlerce küfür savurdu, her şey yolunda giderken bu da neydi bilmiyordu. Ve küfürlerinin arkasına pişmanlıklarını ekledi. Yaşamadan pişman olmazdı bir insan o ise yaşadığı çoğu şeye pişmandı. Yıllar önce yetimliği tadan bu bedeni dün öksüzlüğü de tatmıştı. Bugün ise öksüzlüğü toprak olmuştu, genç adam gerçeği farkına varmıştı. İliklerine kadar hissetmişti. Mükemmel yüzünün altında kader denen yazı ondan ruhunu almış, herkesin hayran kaldığı o yeşil gözleri ise siyahın en koyusuna boyanmıştı. Aynaya baktığı zamanlarda hayran kalınan o beden umurunda değildi. Çünkü son bir parça olarak kalmış olan insanlığını da bugün toprağa vermişti. Özünde iyi biriydi. Evet, hâlâ bir yerlerde öyle biri bunu kendi de biliyordu ama şu an böyle hissetmiyordu. Siyah ceketini çıkardı. Üşürsem belki kendime gelebilirim diyordu. Hayır, o ev artık benim değil, burada donarak ölemez miydim? Bu düşüncelerle beynini yoruyordu. Tek damla olarak başlayan yaşları da giderek artıyordu. En değerlisini annesini 21 yaşında olan bu adam toprağa vermişti. Ne çok çekmişlerdi, nelere katlanmışlardı. Ama ölüme bir çareleri yoktu. Elinin tersiyle gözündeki yaşları sildi. Çıkardığı ceketini eline aldı ve yeniden yürümeye başladı. Deniz bugün işe yaramıyordu. Onun için her şey anlamsızlaşmıştı. Hâlâ nereye gideceğini bilmiyordu. Sırtında çaresizliği ile 21 yaşındaki bu yalnız adam sadece yürüyordu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Değerli zamanından ayırıp yorum bıraktığın için teşekkür ederim. İyi veya kötü yorumunu kendimi geliştirmek için kullanacağım...