Ağır
adımlarla ilerliyordu. Yalnızdı. Sırtına çaresizliğini yüklemiş yürüyordu.
Kalbinin atışları dengesizdi. Başının dönmesiyle beraber olduğu yere yığıldı.
Gözlerini kapattı ve kendine gelmek için biraz bekledi. Başının dönmesi
geçmişti ama gözlerini açmak istemiyordu. İnsanlar yanından, sağından ve
solundan her yerden akıp gidiyordu o ise olduğu yere çivilenmişti. Böylece
sonsuz olmak istiyordu. Yüzüne çarpan rüzgârı hisseti, içinden ‘Senin bile
gideceğin bir yer varken, ben nasıl oluyor da hiçliğime bile bir yer
bulamıyorum.’ diye söylendi. Bir amacı var mıydı şu dünyada? Belki de öylesine
gelmişti. Öylesine büyümüş, öylesine yaşamıştı her şeyi. Bugün tattığı acı da
öylesine miydi? O zaman bu kadar acıtmamalıydı. Acıyordu işte yanıyordu içinde
bir yangın ve burnuna iğrenç bir yanık kokusu geliyordu. Sanki acıyı soluyordu.
Eliyle yerden güç alarak kalkmaya çalıştı. Yüzünde acının ifadeye bürünmüş
hali. Yürümeye başladı. Adımları sıradandı, öylesine bir adamın
öylesine olan adımlarının sıradanlığı. Kendine sordu ‘Nereye gidiyorum?’,
cevabı yoktu bu sorunun biliyordu. Sadece yürüyordu. Derin bir nefes aldı.
Yanan bedeninden gelen kokunun yerini burnuna gelen yosun kokusu almıştı. Onu
her zaman dinlendiren, sığınağı, kaçışı olan denize doğru yöneldi. Boş bulduğu
banka oturdu. İnce uzun parmaklarını saçlarını arasından geçirdi. Ağlamak
istiyordu, hatta bağıra bağıra ağlamak istiyordu. Fakat tutuyordu kendini,
içine akıtıyordu yaşlarını. Yeterince ağlamamış mıydı? Her güne lanet etmemiş
miydi? Yine de gözünden düşen tek damla yaşa engel olamamıştı. İçinden binlerce küfür savurdu, her şey
yolunda giderken bu da neydi bilmiyordu. Ve küfürlerinin arkasına
pişmanlıklarını ekledi. Yaşamadan pişman olmazdı bir insan o ise yaşadığı çoğu
şeye pişmandı. Yıllar önce yetimliği tadan bu bedeni dün öksüzlüğü de tatmıştı.
Bugün ise öksüzlüğü toprak olmuştu, genç adam gerçeği farkına varmıştı.
İliklerine kadar hissetmişti. Mükemmel yüzünün altında kader denen yazı ondan
ruhunu almış, herkesin hayran kaldığı o yeşil gözleri ise siyahın en koyusuna
boyanmıştı. Aynaya baktığı zamanlarda hayran kalınan o beden umurunda değildi.
Çünkü son bir parça olarak kalmış olan insanlığını da bugün toprağa vermişti.
Özünde iyi biriydi. Evet, hâlâ bir yerlerde öyle biri bunu kendi de biliyordu
ama şu an böyle hissetmiyordu. Siyah ceketini çıkardı. Üşürsem belki kendime
gelebilirim diyordu. Hayır, o ev artık benim değil, burada donarak ölemez
miydim? Bu düşüncelerle beynini yoruyordu. Tek damla olarak başlayan yaşları da
giderek artıyordu. En değerlisini annesini 21 yaşında olan bu adam toprağa
vermişti. Ne çok çekmişlerdi, nelere katlanmışlardı. Ama ölüme bir çareleri
yoktu. Elinin tersiyle gözündeki yaşları sildi. Çıkardığı ceketini eline aldı
ve yeniden yürümeye başladı. Deniz bugün işe yaramıyordu. Onun için her şey
anlamsızlaşmıştı. Hâlâ nereye gideceğini bilmiyordu. Sırtında çaresizliği ile
21 yaşındaki bu yalnız adam sadece yürüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Değerli zamanından ayırıp yorum bıraktığın için teşekkür ederim. İyi veya kötü yorumunu kendimi geliştirmek için kullanacağım...