23 Aralık 2018 Pazar

Hoş Kal Özgür

Bugün günlerden yokluğun Özgür.
Yalnız bir yolda yalın ayak koşuyor gibi bıraktın beni. Ne zaman terk edeceğini hep merak ettim... Yıllar önce bir satır arasında tanışmıştık seninle. İlk çatlağın oluştuğunda üzerine yara bandı koymuştum. Hiçbir şey söylemedin Özgür. Öylece devam ettin benimle... Görüyordum yara bandını üzerindeydi, hep orada duruyordu, günden güne eksiliyordun ama her günüme gün katıyor yıllarımın katıksız somon ekmeği gibi benimleydin...
Yılları kendime kattım ama yıllara kendimi katamadım... Böyle yaşadım bu hayatı... Sen vardın ama Özgür, sen benimleydin. Buna güveniyordum, buna inanarak geldim öyle yalın ayakla... Şimdi sen gittin, sen gittiğinden beri yıllar sırtımda yük, satırlar artık karanlıktan ibaret... Gülüşler eksik, gökyüzü hep bir hüzünlü...

Eğer bir gün dönersen eğer gelirse öyle bir an ilk yara bandını çıkaracağım. Sonra temiz bir sayfa açacağım, silgiyi kaldıracağım hayatımdan... Pişmanlıklarımı anlatacağım ilk, sonra keşkelerimi...

Bir yerden sonra özlemeyi bıraktım Özgür, dedim ki ihtiyacım yok sana. Sonra yollarımızı ayırdık. Belki de hazırdık elveda demeye...Hiçbir şey hissetmedim önce yalnızca kendi acım için endişelendim... Zaman sonra anılarım da yok oldu. Ama şimdi en çok seni özlüyorum. Geri dönüş yok biliyorum. Ama eğer bir gün bana dönersen önce seni dinleyeceğim, önce sen soracaksın, önce ben cevaplayacağım...

Bütün hikâyeleri birlikte tamamladık Özgür, bazılarına üç nokta koyduk, bazılarına virgül... Ama en çok kendi hikâyemiz olsun istedik... Biliyor musun Özgür? En çok bizi yarım bıraktık... En olmayacak zamanda en olmayacak şekilde biz vazgeçtik... Kimse okumadı bunu, kimse yazmadı, kimse dinlemedi ve hiç kimse bilmedi. Sadece sen yazabilirdin Özgür. Bizim hikâyemizde tek yazan kelime "hoşça kal" oldu...

Hoş kal Özgür, hoşça kal...



28 Kasım 2018 Çarşamba

İnsanları Bakışlarınızla Yaralamayın

Bir silah ateş etti bir kadın tam göğsünden vuruldu, yüzünde acı bir ifade ne olduğunu anlayamadan yere yığıldı...

Yakın arkadaşıydı, her zaman aklına ilk o gelirdi bir gün koşa koşa arkadaşına gitti kapısını çaldı. İçeri davet etti arkadaşı, biraz zaman geçti, tartışmaya başladılar, sırtındaydı bir bıçak, arkadaşı onu sırtından bıçaklamıştı, başta hissetmedi acıyı sonra başladı vücudu titremeye...

Savaşın ortasında kalmıştı, daha tecrübesizdi bilmiyordu, ne nasıl yapılır, ortada üryan kalmış gibi duruyordu çok sürmedi bu bekleyiş bir bomba patladı ve bir şarapnel parçası sol omzundan içeri girdi. Elini omzuna götürdü sonra baktı eline kan revan olmuştu....

Hâlâ bir yerlerde böyle devam eden acılar var elbette ama günümüzün sorunu, savaştan ihanetten daha vahim. Bakışlarıyla yaralıyor insanlar. Öylesine yanınızdan geçip giden insanlar bile bunu ustaca yapıyor. Diyelim ki yürüyemiyorsunuz ama hayata tutunmak için elinizden geleni yapıyorken biri size bakıyor ve sanki göğsünüzden vuruluyorsunuz. Yüzünüzde acı bir ifade.

Veya yüzünüz ortalama insanlarınkinden daha farklı biri size bakıyor ve yanındakine fısıldıyor, fısıltıyı duymanıza gerek yok anlıyorsunuz bakışlarından sanki sırtınıza bir bıçak saplanıyor elinizi yüzünüze götürüyorsunuz ve beyniniz o duymadığınız ama acısını hissettiğiniz fısıltıyı -ne kadar çirkin- tekrarlıyor.

Koşarak telaş içinde bir yere gidiyorsunuz, bir adamla omuz omuza çarpışıyorsunuz tam özür dileyecekken bakışları omzunuza takılıyor, kolunuzun olmadığını fark ediyor ve size gözleri bir mesaj veriyor özür dilemekten vazgeçiyorsunuz sanki kolunuz kan revan içinde kalmış gibi bir acı duyuyorsunuz...

Sözlerden daha etkili, sessizlikten daha korkunç bir şey varsa o bakışların gücüdür. Farkında değiliz belki ama bakışlarınız çok şey anlatıyor. Sadece yanından geçip gittiğiniz insanları bakışlarınızla yaraladığınızı biliyor musunuz? Günümüzün en tehlikeli atomdan daha büyük olan bu silahı öyle olur olmadık her yerde kullanmayın. Bakışlarınız bir kalbi parçalayabilir. Bir insanın umutlarını yok edebilir. Sırf sizin standart göz zevkinize uymuyor diye bir insanı ölüme götürebilir. Siz siz olun insanları bakışlanızla yaralamayın...


Bizde bir silah var. Her an patlamaya hazır fakat kontrol edilmesi kolay bir silah. Onu kontrol etmeyi öğrenmeliyiz.  Kalbimizle bakmalıyız bazen sadece...


4 Kasım 2018 Pazar

Bitmemiş Bir Yazı

Hayal ediyorum, şimdi deniz kenarındayım. Dalgalar kıyıya vurdukça üzerime su tanecikleri düşüyor. Ferahlıyorum...
Hayal ediyorum, bulutların üzerindeyim. Sanki beyaz bir pamuk tarlasında sıcacık hissediyorum. Mutluyum....
Hayal ediyorum, kocaman bir ormanda yemyeşil ağaçların arasında koşuyorum ve rüzgâr beni sürüklüyor. Cesaretliyim...

Kabus görüyorum. Tek edilmiş bir şehrin karanlık bir köşesindeyim. Yağmur damlaları üzerime düşüyor. Korkuyorum...
Kabus görüyorum. Mermiler başımdan aşağı yağıyor, alevlerin içindeyim, insanlar ölüyor. Ağlıyorum...
Kabus görüyorum. Uyanmak istiyorum....

Yaşam ve ölüm arasındaki çizgide bu hayatı nasıl yaşıyoruz? Baktığımız pencere mi yanlış yoksa gördüğümüz manzara mı? Çoğunuz diyecek hayat beni buraya getirdi, hayat bizi sürüklerken eğer biz varsak, yaşıyor ve nefes alıyorsak hayat bizi sürüklerken ne yaptık? 

Dedim ki kendi kendime bugün tam şu an şu dakika ölmek istiyorum, sonra dedim ki dur hayır ölmek için erken... Sanki ben karar veriyorum da ne zaman yaşayıp ne zaman öleceğime... Evet ben karar verebiliyorum. Yaşadığım hayatı zehir mi edeceğim yoksa her anın kıymetini mi bileceğim, buna karar verebiliyorum. Biraz önce bir yazı okudum ve dedi ki yazarı "Yaşamak için kesin bir neden bulamadıysan, ölmek için kesin bir neden bulana kadar yaşa. Bir şekilde yapacaksın." cümleleri yüzüme tokat gibi çarptı. Bakış açısıydı önemli olan. Her şeyi tersinden okuyalım. Yaşamak ağır geliyor, mutlu değiliz, her günümüz zehir zemberek bu yüzden ölmeliyiz... Bu doğru gelmiyor okuduğum şu cümleden sonra bu doğru değil. Ölmek için sağlam bir neden lazım? Neden yaşamalıyız, sorusuna cevap veremiyorsak neden ölmeliyim, sorusuna sağlam bir cevabımız olmalı...
Mutlu olmak, üzgün olmak hepsi bizim tercihimiz... Yaşamak için çok hızlı bir hayat, ölmek için ise çok geç... Ne yapıyorsak kendimize yapıyoruz...Kendi ipimizi kendimiz çekmeden önce ya da o ip boğazımıza dolanmadan önce bu hayatı yaşamak için bir neden bulamasak bile yine de yaşamalıyız, yaşayabildiğimiz sürece... 


19 Eylül 2018 Çarşamba

Bekle...

Beklemek...
8 harf 3 hece 1 kelime...
Beklemek... Sonunu bilmeden önünü görmeden öylesine öylece...

Ben beklemeyi sadece bir eylem sanırdım. Ama beklemek bir devrimmiş. İçine çaresizliği, umudun kemirilişini hapseden bir devrim.

Kaç kişiyi yuttu bu devrim, kaç kişi gitti peşinden, kaç yalnızlığı yoldaş etti kendine?

8 harf 3 hece 1 kelime ama hepsi koskoca bir devrim.



2 Eylül 2018 Pazar

Fısıltılar Çoğalınca 4


Karanlık bir gecede gökyüzünde tek bir yıldız yoktu. Bulutlar yıldızları gölgelemiş birazdan gözyaşlarını dökmeye hazırdı. İnce dar bir sokakta cesur adımlarla yürüyordu. Sokağın en başında uzun bir selvi ağacı vardı. Ona baktı bir süre. Selvi ağacı kokar mıydı, diye geçirdi aklından. Derin bir nefes aldı. İlk kez yürümüyordu bu yolu ama belki de son yürüyüşüydü. Birinci adım ikinci adım büyük bir kapı… Evet, yıllar önce terk ettiği o evdeydi. Kapıyı çaldı… Biraz bekledi belki birazdan fazla bekledi. Kapı usulca aralandı. Gözlerini kapatmıştı, bir an sadece kısacık bir an tedirgin hissetti, hatta elleri titredi ama sonra susturdu kalbini ve tüm cesaretini geri topladı. Tanıdı evin bekçisi onu. Sessizce içeri girdi. Bekçiyi takip etti. Eski bir konaktı bu. Fakat oldukça bakımlıydı. Tüm haşmetiyle ben buradayım diyordu. İçeri girdi genç adam. Salonda oturan kadına baktı. Sırtı dönüktü kadının. Bir an yine tereddüt etti hatta ayakları geriye doğru gitti. Tam o anda kadın gözlerinin içine baktı genç adamın. Adam elini beline götürdü. Silahını tereddüt etmeden çıkardı. Aklına bir anda yine o soru geldi “Selvi ağaçları kokar mıydı?”
Kadının gözleri kocaman açıldı. Şaşırmamıştı ama korkmuştu. Gözleri korktuğunu söylüyordu. Genç adam kadına sordu “Anne ölüm kokar mı?”
Kadının sesi titriyordu “Neden bana doğru tutuyorsun o silahı?” diye sordu.
Deniz cevap verdi “ Sorumun cevabı bu değil, anne ölüm kokar mı?” Bekçi arkasında duruyordu. Usulca dokundu omzuna “Deniz oğlum…” diye fısıldadı. Umurunda bile olmadı genç adamın. Tuttu elinden bekçinin ve savurdu onu bir köşeye. Yaşlıca bir adamdı bekçi, çöktü olduğu köşeye anladı genç kararlıydı. “Deniz oğlum, bu gelişin bir anlamı var biliyorum ama bir hatan tüm anlamları yitirecek yapma.” dedi bekçi. “Beni anlayamazsın, anlasaydın yalnızlığın en ücra köşesinde üzerime prangalar atılırken sesini çıkarırdın. Küçüktüm, korkuyordum, ellerim titriyordu, üşüyordum. Dayak yemek acıtmıyordu o kadar alışmıştım ama yalnızlıktan korkuyordum çünkü kafamın içindeki sesler durmuyordu. Anne dediğim bu kadın bu konakta keyfini sürerken ben acılar içinde yaşadım. Bu eve girdiği gün pis kokmaya başladı evim. Artık benim evim olmadı o günden sonra burası. Sen ne yaptın be bekçi? Çok severdin hanımını, ölünce sevgini de toprağa gömdün. Annem beni sana emanet etti, sen ise beni şu karşımda duran korkak kadının ellerine bıraktın. O zamanlar çocuktum ve benden korkmuyordu. Her gün tenimle uğraşıyor benimle oynuyordu, üzerine beni dövüyordu sen ise tüm bunları izliyordun. Şimdi de iyi izle bekçi, önce izle ve sonra sıranı bekle.” dedi Deniz ve kadına döndü. Elini cebine attı bir parça çıkardı ve silahının ucuna taktı. Kadına doğrulttu silahını kolunu hedef aldı ve tetiği çekti. Sessiz bir sese kadının iniltisi karıştı. Yere düştü kadın. Deniz yanına gitti. “Soyun hemen!” dedi.  “Çocukluğumda bana yaptığın gibi. Yapamazsın ama değil mi? Yapma! Gözlerindeki korku benim için yeterli. Biliyor musun? Bilemezsin, nerden bileceksin ki! Ben sana her gün lanet ederek yaşadım. Bugünü düşünerek yaşadım, ama vazgeçtim. “
“Affet.” dedi kadın yalvaran gözlerle. Kanayan kolunu tutuyordu, canı yanıyordu belli. Adam sırtını döndü, cesaretini kaybetmişti. Acımıştı ona. O bekçiden başka kimsesi kalmamıştı. Yalnızdı bu konakta ve ölüm herkes gibi onu da korkutuyordu. Bunu görmek yetti genç adama. Cezasına razıydı, kendi çevirdi polisin numarasını. Ben, bir kadını vurdum, dedi. Oturdu bir köşede bekledi. Kadının canı yanıyordu, izledi. Bekçi kolunu sardı bulduğu bir bezle. Gülmeye başladı genç adam, böyle hayal etmemişti. Vuracaktı ikisini de, öldürecekti sonra da gömecekti bahçeye, basıp gidecekti. Kimse aramazdı onları, sormazdı. Kaybettirecekti izini hiç olarak yaşayacak, Deniz’i de gömmüş olacaktı, çocukluğunu vuracaktı bir namlunun ucunda… Ama yapamadı, yapmadı. Kapıdan içeri girdi polis. Bir köşede elinde silah, bitkin bir şekilde oturan adama yöneldi. Deniz zaten kendini ihbar etmişti. Yüzünde bir gülümseme, kirli bir gülümsemeyle dudağı hafif yukarı kıvrıldı. Ambulansı aradı hemen polisler, sonra ise taktılar Deniz’in eline kelepçeyi. Kadın fısıldadı “Şikayetçi değilim.” diye. Deniz kahkaha attı. Polisler yine de götürdü onu. Kadını dinlemediler. Pek çok suçu bulundu Deniz’in. Hiç masum değildi. Bir silahı vardı, bir kadını vurdu, kadın şikayetçi olmadı ama işe yaramadı. Bilmiyordu polisler çocukluğunu Deniz’in. Çocukken dövülmüştü, istismar edilmişti, annesi erken ölmüş babası onu bir acımasızın ellerine bırakmıştı. Suçluydu Deniz, çocukluğu beyninin içinde müebbet hapis yemişti. Polisler attı onu bir hücreye. Cezası azdı aslında ama bir daha çıkmadı hapisten Deniz. Bu sefer vazgeçmemişti… Deniz’i kimsesizler mezarına gömdüler. Hiç oldu, gitti genç adam… En çok da buna hüzünlenirdi. En azından annesinin yanına defnedilmek isterdi…



30 Haziran 2018 Cumartesi

Herkes Kendine...

Bir şeye sadece kendi doğrularınız çerçevesinde baktığınızda mutlak haklı siz olursunuz. Siz çünkü her bir haltı bilirsiniz. Her bildiğiniz halt da doğrudur(!). "Size yapılmasını istemediğiniz şeyi başkasına yapmayın." böyle dersiniz. Ama bizzat kendiniz yaparsınız. Önce adil olacaksınız. Eşit değil adil olacaksınız. Beş parmak bir değil biliyorum elbette. Ama o beş parmak bir kola bağlıdır. Biri kangren olduğunda diğerleri de kesilmek zorunda kalabilir fakat siz doğrudan bir parmağı kesip atıyorsunuz. Ancak her parmağın bir işlevi vardır. O işlevi yok saymak, peki öyle olsun. Yok sayın sonra siz çekeceksiniz eziyetini. Umuyorum ki vicdanınız o denli rahatsız eder sizi. Sevgi paylaştıkça karşılık bulur. Siz sevginizi vermeden hep sevilin, sayılın istiyorsunuz ama öyle olmuyor o işler. Sevmiyorum açık açık da diyorum sevmeyeceğim. Herkesle anlaşın benimle anlaşmayın çünkü herkes sizin istediğiniz gibi yapıyor her şeyi diye evet ben oradaki çıban olacağım. Rahatsızsınız kolayı var sizin olanları alın çıbanı kovun. Olmayan varlığınız ile nüfuzunuzu konuşturun. Çünkü siz mutlak doğrusunuz. Sesiniz hiç yükselmiyor, çağırmıyor, bağırmıyorsunuz. İnceden duygu sömürünüzü de eksik etmiyorsunuz. Karşınızdakinin de insani duyguları yok zaten. Ama önce adil olacaksınız işte. Olmadığınız sürece ben de kesilen parmak, rahatsız olunan çıban olacağım. Aaa doğru o zaman da kovarsınız, kesersiniz değil mi? Peki öyle olsun. Elimden geleni yapsam bile zamanında yapmadıklarımı temcit pilavı gibi önüme sürmeye devam ettiğiniz sürece evet yapmayacağım... Kimi duymak, kimi dinlemek, kime anlatmak istiyorsanız anlatın. Ben yokum, oynamıyorum artık. Sırdaşınız olmaya da yoldaşınız olmaya da meraklı değilim. O çok güvendikleriniz sizi bıraktığında da mümkünse görüşmeyelim. Çünkü kesilen parmak tekrar yerine getirilemez.
"Güle güle."

11 Haziran 2018 Pazartesi

Birine...

Birinden bahsetmek istiyorum. Onu özledim mesela ama göremiyorum. Onu seviyorum mesela ama söyleyemiyorum. Ona kızıyorum mesela ama bilmiyor. Onun için çok üzülüyorum ama elimden bir şey gelmiyor. Seviyorum onu seviyorum ama yalnızlığı bile onunla paylaşamıyorum.
Tek başına yürümesinden hoşlanmıyorum, bir yerlere giderken yalnız olmasından da... Bir kere ağladığını görmek istiyorum böyle içinden gele gele ağlamasını. Sırtını sıvazlamak, elimi uzatmak, ona dokunmak istiyorum. Korkuyorum onun karanlık köşesinden. En çok o boşluğundan...
Herkes tanısın ama hiç kimse bilmesin istiyorum bazen. Ben onu seviyorum ama böyle boşluğu sever gibi, hiç olmayan kadehimi doldurduğum şarap gibi, ben onu tanıyorum bir bilinmezi bilir gibi. Hiç duyulmamış bir iç sesi var benim kulaklarıma fısıldıyor sanki.
Korkuyorum cam fanusum kırılacak ve o içinde kan revan kalacak. Ben onu seviyorum bir çiçeğin taşı delip büyüdüğü o yerdeki inadı kadar ama aşk değil bu, dostluk, arkadaşlık vs. değil. İmkanı var ama imkansıza daha yakın. Aynı güneş altında büyüyor çiçekler ve ölüyor.
Ya o ölüyor ya ben yaşıyorum. Ya da o yaşıyor ben ölüyorum. Ama ikimizde karanlıkta bir yerdeyiz. Yine de kimsenin bilmediği o karanlığını bilmek istiyorum. Aydınlatmak için değil kendi karanlığım ile paylaşmak için...

23 Nisan 2018 Pazartesi

Bir İz Olacağım


Daha ilk basamak, birileri tuttu elimden önce dediler ki “Yürümeyi öğrenmen lazım.” Sonra birer birer çektiler ellerini, dımdızlak bıraktılar bir sokağın ortasında. Karşımda bir duvar ve ben yalnızım. Duvara bakıyorum, duvar bomboş. Sonra bir resim çiziyorum gözlerimle, güneş yükseliyor tepelere, çiçekler açıyor… Birden bir fırtına çıkıyor ve kararıyor tüm duvar. Çöküyorum dizlerimin üzerine yeniden ayağa kalkana kadar kara bulutlar duvarın üzerinde bir sis perdesi misali duruyor. Siliyorum tüm her şeyi, ırmaklar akıyor, ağaçlar meyve veriyor. Bir meyveye uzatıyorum elimi tam alacakken yok oluyor. Geriye dönmek istiyorum, koşar adımlarla çıktığım o merdivenin en başına, dönemiyorum.

Çıkmazdayım, yürüyorum ne yol bitiyor ne karanlık ne de güneş vazgeçiyor doğmaktan fakat ben her gün biraz daha eksiliyorum, biraz daha toprak oluyorum. Biliyorum gün gelecek çiçekler benim üzerimde açacak ya da bir ağacın dalında bir su birikintisi olacağım. Hayallerim havada asılı kalacak, yol bitmemiş, sesim duyulmamış, ben ise hiç var olmamışım gibi öylece karışacağım boşluğa… Ama biliyorum ben bir iz bırakacağım birilerinin avuçlarında, kalbinin en sol köşesinde değil belki fakat aklının bir parçasında biliyorum, birileri mutlaka hatırlayacak…




Aslında sevdiğin şeyi elde edemezsen, zaten sahip olduğun şeyleri sevmeyi öğrenirsin.
Dinlemeyi sevdiğim bir şarkı Sana Hayal Kurmayı Bıraktıran Şeyler

Not: Şarkıyı dinlemek istiyorsan yazının üzerine tık tık :D

9 Mart 2018 Cuma

UMUTSUZLUK VE YALNIZLIK ARASINDAKİ KÖPRÜ


     Çıkmaz sokağın başında, karanlık bir gecede nasıl hissederdiniz? Karanlık mı ağır basardı yoksa sokağın çıkmaz olması mı? Cevap ne bilmiyorum. Cevabı bilmiyorum fakat umutsuz hissederdiniz değil mi? Sanki güneş doğmayacak, başka yollar çıkmayacakmış gibi... Sanırım bir de yalnız hissederdiniz. Fakat biliyor musunuz, tam bu anlarda insanlar kendi devrimlerini yapabilirler. Tam bu anda alacağınız bir karar hayatınızın yönünü değiştirebilir. Çünkü insan kaybetmeye en yakın olduğu umutsuzluk ve yalnızlık arasındaki o köprüde ya yakar gemilerini ya da yıkar köprülerini. İşte burada başlar insanın devrimi.
     "Herkesin kendi düşler ülkesindedir, devrimi." Fakat düşler ülkesi diye bir şey yoktur bu sadece bir kaçış, bir sığınaktır. Zihninin bataklığından kurtulup köprüleri yakıp yeni köprüler kurarak hayatına devam edebilme cesaretini gösteren, kendi devrimini yapan insan başta kaybetmiş, zarar görmüş, hüzne kapılmış gözükse bile tekrar ayağa kalkma cesaretini gösterdiği için kendi nirvanasına çıkacaktır. Önemli olan umutsuzluğa, yalnızlığa kapılıp kendimizi kaybetmememizdir. "İçindeki seni bulamayan sana dargın olmayı bırak ve önce kendini tanıyarak devrimini yap." Zaman yardımcı olacaktır.
     "Kendine yol göster böylece gecenin vahşetinden kurtulup özgürce bir çiçek gibi açabilirsin."




Not: Tırnak içindeki cümleler BAP adlı grubun şarkılarından alıntıdır.

Okurken dinlemenizi tavsiye ederim... NF ft. Fleurie - Mansion













22 Ocak 2018 Pazartesi

Sensizlikle Güzel Yaşıyorum


Geri dönme bana, giderken nasıl asil bir gidiş sergilediysen şimdi de geri dönme bana. Her gün daha çok özledim seni, her gün bir önceki günden daha fazla sevdim… Yerine oturdum yalnızlığı koydum, karanlığı koydum, hiçi koydum… Soframdan tabağını eksiltmedim, bardağı iki tane koydum. Şiirler, yazılar yazmadım arkandan, gidişini anlatacak kelimeler bulamadım çünkü. Yanımdayken şiirler yazardım sana, seninle anlamlıydı kelimeler de… Geçen kapı çaldı koşmadım, heyecanını yitirmiş adımlarla açtım kapıyı. Bir mektup getirdiler bana üzerinde senin adın yazıyordu, heyecanlanmadım, şaşırmadım da. Alışmıştım ve alışkanlıklardan kolay vazgeçilmiyordu, seni sensizlikte bulmak yeni alışkanlığımdı. Camın kenarındaki koltukta oturdum, uzun bir süre baktım zarfa sonra usulca açtım. “Özledim, pişmanım…” ile başlayan birkaç cümle okudum, hiçbirini anlamadım. Anlamak istemedim. Gece oldu, hâlâ aynı koltukta oturuyordum, dışarıda bir yağmur başladı, kendimi balkona attım ıslanmak istedim ama rüzgâr benden yana esmiyordu… Terk edilmiştim çok da mühim bir mesele değildi, hatta oldukça sıradandı. Saçlarını savura savura arkana bakmadan… İçimden binlerce kez arkana bakmanı dilemiştim… Şimdi ise yüzünü hatırlayamıyorum, saçların gözümün önünde duruyor belki de bu yüzden bu hissizliğim. Yağmura bir şarkı eşlik ediyor  “Önceden âşık olduğumuz zamana dönmek istiyorum.” diye mırıldanıyor sözleri kulağıma. “Bu zehirli aşkta kalbim atmayı bıraktı, sanki parçalara bölünüyor. Kahkahamın ardındaki gözyaşları akmayı bekliyor, önceden âşık olduğumuz zamana dönmek istiyorum.” Böyle acıklı şeyleri fısıldamaya devam ediyor. Etkilenmedim bu sözlerden de çünkü ben onları yaşıyorum. Tüm benliğimle, ruhumla… Başımı kaldırdım ve gökyüzüne baktım, serinliği hissettim, gülümsedim. “Teşekkür ederim, pişman olduğun için. Şimdi ise güle güle ben seni sensizlikle öğrendim, artık sensiz yaşayabiliyorum.” Derin bir nefes aldım, gökyüzüne haykırdığım bu cümlelerden sonra. Rahatlamış gibi bir his ama soluk borumdan yukarıya doğru çıkan bir acı hissettim, sanki ruhumu teslim ediyordum. Veda etmek bu kadar zorken sen nasıl o kadar kolay gittin? Geri dönme bana nasıl asil bir gidişle gittiysen şimdi de öyle kal orada, pişmanlığın ile bensizlikle… Çünkü ben artık seni bırakıyorum, sensizlik ile güzel yaşıyorum.

10 Ocak 2018 Çarşamba

Bir Adam Vardı

İnsanların hayatlarına dokunmak istemişti. Elinden geleni yapıyordu. Elinden geleni yapacağına inanıyordu. Evet, dünyayı tek başına değiştiremezdi, farkındaydı bu gerçeği ama hiçbir şey yapmamaktan iyiydi bir şeyler yapmak. Yüreği onunla alay ediyor, beyni ise her bir hücresiyle dalga geçiyordu. Tek dayanağı fikirleriydi. Fikirleri onu bir yerlere götürecekti ya da sonunu getirecekti. Bir çiçek tuttu ellerinin arasında... Üzerine bir kelebek kondu, sonra kelebek uçtu arkasında mavi bir uçurtma bıraktı. Koştu uçurtmanın peşinden dört nala koştu hem de... Yetişemedi ama koşmaktan da vazgeçmedi, ayağına bir taş takıldı sendeledi ama düşmedi. Taş kaya oldu, kanattı ama düşmedi. Yol uçurum oldu atladı ama ölmedi. Bedeni toprağa karıştı, bir bitkinin yaprağında hücre oldu sonra yaprak düştü, sarardı yine toprağa karıştı, bir ağacın gövdesinde su oldu... Güneş çıktı su aktı yine toprak oldu... Biri vardı hiç ölmedi, biri vardı şarkı oldu, şiir oldu, kalplerde yara oldu... Sevgi, paylaşmak, iyilik oldu. Biri vardı adı değildi sadece kalan geriye biri buralarda var oldu, sonsuz oldu... Çünkü onu yaşatacak arkadaşları vardı. Ayağı taşa takıldığında, yaralandığında yarasını saran dostları vardı, uçurumdan düştüğünde onu almaya gelenleri vardı. Bir adam vardı bedeni gitti ruhu kaldı...